Çınar ağacı ve Amir
Nascor ile lisans andlaşmasını imzalayıp iş tesisin kurulması safhasına geldiğinde patron Richard dedi ki, montaj ve eğitim için biraz Türkçe anlayan, İran kökenli bir mühendis görevlendireceğim. Oh ne güzel.
Bu arkadaşla tanıştık: Amir Ahmadi. Babası İran’da kamyon tamircisi imiş. İşler karışınca Amir’i bir kamyonun mazot tankına saklıyarak Türkiye’ye, buradan Avusturya’ya uçurmuş. Liseyi orada bitirip birde İnşaat mühendisi olmuş bizim Amir. İlk fırsatta Kanada vatandaşlığı. Ne kadar uzak o kadar iyi. Çünkü korkuyor bulacaklar diye. Bir İspanyol kzıyla evlenmiş. Sıkı durun adı Jenifer Lopez. Ama bu o değil. Başkası. 2 çocukları var.
Türkiye’de görevlendirilmiş olmak fazlasıyla heyecanlandırdı tabiiki. Bir gün İran’da ki kız kardeşlerini çocukluğundan beri görmediğini, çok özlediğini ve merak ettiğini, onların Kanada’ya gelmeye paralarının yetmediğini, kendisi İran’a giderse de hemen ülkeye girişte tutuklanacağını, kardeşlerinin Türk TV lerini seyrederek Türkçe öğrendiklerini vs. vs. anlattı. Beni de şeytan dürttü ” Niye hazır sen buradayken gelmiyorlar ” dedim. ” Ben seni götürürüm İran sınırına yakın bir kente onlarda otobüs ile gelirler, görüşürsünüz. Fırsat bu fırsat”
Aradan vakit geçti, Amir yine İstanbul’a gelecek, Ankara’ya geçeceğiz. Kızkardeşlerininde uçak ile İstanbul üzerinden Ankara’ya geleceğini büyük bir sevinçle söyledi. Benim de hınzırlığım tuttu, program yapma bahanesi ile kardeşlerinin uçuş bilgilerini aldım. Amir’e söylemeden Ankara’ya uçuşumuzu kardeşlerinki ile aynı uçata ayarladım. Biz bindik, kızkardeşlerde dış hatlardan aktarmalı olarak uçağa bindiler.
Of of of . Çığlıklar, kucaklaşmalar !!! Müthiş güzel bir sürpriz oldu hepsine. Birkaç gün beraber geçirdiler. Güzeldi.
Amir ile daha çok yakınlaşmış olduk. Makinelerin montajı başladı. Daha çok burada kalır oldu.
Bir gün Çankaya tarafında bir sokakta yürüyoruz, bizim Amir ağaçlardan birine sarılıp, öpmeye ağlamaya başladı. Hayırdır inşallah bu çocuk normal görünüyordu derken, ağaçları gösterip “Plane, plane ” diyerek zıplamaya başlayınca hepten oynattı sandım. Bende hiç bilmiyorum “plane” çınar ağacının İngilizcesi imiş meğer. Adamcağız çocukluğundan beri çınar görmemiş, Kanada’da çınar yetişmezmiş ve de içinde uhte kalmış. Sarılıp sarılıp öpüyor. Anlatıyor “Çocukluğumda buna şöyle tırmanırdık, altında şöyle oynardık ….”
Benim bildiğim bitane plane vardı o da bildiğin uçak. Bu vesile ile öğrendik ki plane aynı zamanda çınar demekmiş. Latincesi Platanus.
Eh üzerimde kalmasın anlatayımda sizde öğrenin dedim. Pek bilen yok bu lafı, punduna getirip te kullanırsanız pek havalı oluyor.
Resimde gördüğünüz Fransa’da Normandiya’da, Bayeux kentinde 1797 den kalma bir çınar. Wikipedia dan aldım resmi. Oralarda sürtmüşlüğümüz var ama belli ki kör kör gezmişiz, koca çınarı görmemişim.